Follow this blog with bloglovin

Follow on Bloglovin

5 Mart 2013 Salı

Yönetmen Cedric Klapisch, Film "Paris" (2008)



İtiraf ediyorum ki, filmi ilk seyrettiğimde yönetmenin ismine dikkat etmemiştim. Bu durum, sonrasında aynı yönetmenden tesadüfen 3 filmi arka arkaya izleyip beğenip, araştırmama kadar devam etti. Evet, Cedric Klapisch benim için bir fetiş haline geldi sevgili günlük. Bu adamın çektiği her film, kullandığı her plan, algılama ve aktarma yeteneği büyük övgüleri hak ediyor. Bugün bu olumlu yönleri 2008 yapımlı "Paris" filmi üzerinden anlatacak olsam da, aynı hatta daha sıcak etkiyi yönetmenin "L'auberge Espagnole" ve "Les Poupées Russes" isimli seri filmlerinden de anlayabiliyoruz.

Öncelikle bu adamın nereden torpili var, bu kadar
ünlü ve iyi oyuncuyu nasıl bir araya getirdi, filmi 3 ayrı ülkede kısa sürede nasıl çekti ve babam böyle pasta yapmayı nerden öğrendi ve benzeri sorularıma bir türlü yanıt bulamadığımı belirtmek isterim. Juliet BinocheFabrice LuchiniRomain DurisKarin Viard bahsettiğim oyunculardan birkaçı.

Filmin afişine ilk baktığımızda, puslu bir Paris sabahı manzarası görüyoruz, alışılmış olan parlak gökyüzü ve ışıklı Eiffel kombinasyonlarının aksine. Genç ve dinamik aşıklar, öpüşen delikanlı ve genç kız yerine, orta yaşlı aşık ve genç metresi, orta yaşlı kadın ve kardeşine beslediği sonsuz sevgi, ve genç bir delikanlının sağlık sorunu nedeniyle uzak kaldığı dansçılık mesleğine karşı olan özlemi çıkıyor karşımıza.



Bu filmde aşk bir iksir değil, bu filmde anlatılan aşkın yüceliği falan değil daha önce bahsettiğim "Paris Je T'aime" in aksine. Filmin de yer verdiği gibi, şehir aslında Baudelaire'in nitelediği gibi bir "Kötülük Çiçeği" olarak ele alınabilir. Yemyeşil parklarda şarap içen genç çiftler değil de, semt pazarında birbirine yazan orta yaşlı bir çift görmeniz daha olasıdır. Üç tane pazar satıcısının, kendileriyle isteyerek sevişmeye gelen 3 modeli reddettiği anlar da olabilir bu tabirin içinde. Ya da büyük şair ve besteci İsmail YK'nın da değindiği gibi "beni beğeneni ben ben beğenmem, benim beğendiğim ise beni beğenmez" durumunu haykırıyor yönetmen, diyebiliriz.



Filmin büyük kısmı karşıtlıklardan oluşuyor, yönetmen gözümüze bu farklılıkları sokmak için çırpınıyor resmen. Aslında hikayede ana karakter yok, ama afişten yola çıkarsak, Pierre (Romain Duris) adlı genç dansçının kalp hastalığı sonucu eve tıkılması ve üç tane birbirinden dinamik çocuklu ablası Elise'in onun evine yerleşmesi bu karşıtlıklardan ilki. Bir Türk filminde olsa, gencin öleceği ve ne kadarlık ömrü olduğu sürekli kulağımıza çalınır, durum trajikleştirilirdi. Arkaya da iki tane Galata Kulesi manzarası atıp bir de Kıraç şarkısı çaldın mı, tek planda kurtarırdın hikayeyi. Ama bu filmde Klapisch, oldukça basit görünmesine rağmen, diyaloglarla, hasta gencin yeğenleriyle geçirdiği anlarla o duyguyu izleyiciye geçiriyor. Çocuğun tüm hayatı balkonundan gördüğü iki kule arasına hapsoluyor. (Keşke ben de o manzaraya bakıp efkara kapılsam, çok şımarık bu çocuk çoook!)



Bir diğer karşıtlık, yaşlı tarih profesörünün, gepegenç öğrenciye duyduğu aşk mesela. Bir keman öğretmeni hikayesine dönmüyor hikaye. Genç kız profesörü çatır çatır aldatıyor, yani Fransızların genişliğini de güzel anlatıyor yönetmen ehe.



Beni en çok şaşırtanlardan biriyse, Faslı gencin Fransız modelle tanıştıktan sonra Paris'e göçmesiydi. Daha sonrasında da elinde tuttuğu Notre Dame kartpostalıyla Notre Dame kilisesine bakan köprünün üzerinde bakıp gerçek binayı karşılaştırdığı sahne de tebessüme sebep oluyordu. Bunun dışında filmdeki komedi unsurlarından biri de, has Fransız pastanecinin dükkanına, göçmen genç kız Khadija'nın tezgahtar olarak girmesi ve aralarındaki çekişmeydi. Bu arada Khadija yani bizim Hatice de Saint-Denis'liymiş, hemşehrim sayılır.




Paris filmi tek bir gönderiye sığacak gibi değil. Bu filmin benim için bu denli başarılı olmasının sebebi, şehrin dokusunun seyirciye hissettirilmesi. Daha önce semt pazarında başlayan aşk gösterilmedi Paris'te. Ya da lüksü simgeleyen bir gökdelenden, hiçbir filmde, sevdiği kadının küllerini uçurmadı bir karakter. Kelimelerin kifayetsiz kaldığı bu gönderiyi filmin yönetmenini ve diğer çalışmalarını da gösteren bir görselle sonlandırıyorum.







3 yorum:

  1. harika anlatmışsın filmi.. en kısa zamanda izlemeli..
    anlatımına göre daha gerçek daha yaşamın içinden bir hikaye..

    YanıtlaSil
  2. Süper yazı zevkle okudum:)

    http://alisverismakyaj.blogspot.com

    YanıtlaSil
  3. yorumlarınıza ve zamanınıza teşekkür ederim.

    YanıtlaSil